Kanayan Ay
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kanayan Ay

*Buraya random gothic cadılı söz geliyor*
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası

Aşağa gitmek 
5 posters
YazarMesaj
Charles Wallace
Engizisyon ve Hukuk Profesörü & Avukat
Engizisyon ve Hukuk Profesörü & Avukat
Charles Wallace


Mesaj Sayısı : 163
Kayıt tarihi : 21/01/12
Yaş : 28
Namı : Takma isim için ismi fazla uzun. Biz size tamını verelim? Benedict Charles Harlow Wallace ftw

Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası Empty
MesajKonu: Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası   Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası EmptyÇarş. Nis. 25, 2012 5:08 pm


Gün geçmiyordu ki şehirler arası yolculuk yaparken donuna kadar soyulmasın...
Adaletin kolları engindi. Adaletin önünü hiçbir şey kesemezdi. Adalet dediğin şey pazara kadar değil mezara kadardı ve adaletin gözleri her yerdeydi.
"Yüzlerinizi aklıma çizdim genç beyefendiler." dedi gülümserken. Hayır canım neden üstsüz, iç çamaşırıyla Cardiff tepelerinde dolanması sorun olsundu ki? Güneş en tepede etrafı ısıtırken gülümsemesini bozacak hiçbir şey olamazdı.
Yeni aldığı fiyakalı paltosu üzerinde, şapkası kafasında seslendi saygıdeğer yağmacıları palto cebinden kimliğini heceleyerek okurken. "İyi yolculuklar Ben!"
Neşeli bir kahkaha patlattı Charles şakacı yağmacılara. "Cık, Profesör Benedict Charles Harlow Wallace." dedi arkalarından kibarca uyararak. Ne var ki yağmacılar ufukta kaybolmuşlardı kahkahalarıyla sesi onları ulaşmadan.

Bu yolculuğun sorunsuz olması gerekiyordu. Bir hafta öncesinden kalacağı yeri, biletlerini hazırlamıştı. Geçmişi yad etme uğruna uçak bileti bile almamıştı. Gel gör ki geçmiş gereğinden fazla yad edilmiş, ortaçağın yağmalama usullerini canlı canlı tatmıştı. İlk olarak tren bileti çalındı. Ardından onu alacak at arabasının şoförü gelmeyinde at arabası şoförü diye bir şeyin olmadığını anladı, son olarak da geçmiş sillesini deri eldiveniyle vurdu: yaya o şehirdışı yollarında yürürken pek kibar beyefendiler tarafından merhamet edilerek iç çamaşırının seksiliği gün yüzüne çıkana dek soyulmuştu. Güneşin parıltılılığına hiç küfrü yoktu. Ama hayat buya, yine yapıyordu yapacağını, Charles'a sürpriz yapmaktan ne zaman bıkacaktı ki? Hava kış henüz ortadan tam anlamıyla kaybolmadı, bahar kışın eski dostudur dercesine soğuk soğuk esiyordu ve... Ne zaman esen rüzgar itina ile morartılmış gözüne değse o kadar da hoş bir his bırakmıyordu.

Yarım saat kadar yırtılmış çoraplarıyla yürürken en sonunda kırıldı dizleri, çöküverdi yere. Suratında hala bilindik kibar gülümsemesi mevcut olsa dahi alnının kenarından akan ter dizlerinin titreyişiyle rahatça ispiyonluyordu çektiklerini. Kenara yürüdü, son bir hamleyle oturdu taşın üzerine. Kaderi yazılmıştı. Bu yolda ölecekti... Ama adalet yakasını bu kadar çabuk bırakır mıydı ki? Burada ölürse kim o yağmacıların eşkalini polise iletecekti? Kim adaleti hakkına ulaştıracaktı?
Tam o anda kulaklarına hayal meyal bir ses ilişti öten börtü böcek, kuşlar dışında. İlkinde bunun yorgunluktan yavaşça uykuya daldığının sonucu olduğunu düşünse de sesin yükselişi kendi hayallerinden biri olmadığı ispatlıyordu. Başını kaldırdı yorgunca. Uzağa baktı, ağaçların aralarını süzmeye çalıştı gözleri. Bir toz bulutunun ağaç gövdelerini kapladığını görünse onayladı gördükleri duyduklarını. Atlı bir grup yaklaşıyordu.
Aniden açıldı gözleri. Ayakları canlandı, ilk kez güneş bir işe yarayıp vurdu gözlerine, parıldadı gözünün yeşili. Heyecanla köşeyi dönen at arabasına baktı. Gülümseyerek el salladı arabadakilere. Arabadakiler karşılık verdiler.
...ve gittiler.

Gün geçmiyordu ki kibar birkaç insanla selamlaşmasın. Zaten herkes de at arabaları geçerken selamlaşmak için sevinirdi. Hele ki sapına kadar soyulmuş, ayakları yara olmuş bir haldeyken.

Az önce at arabasının olduğu noktaya travmadaymışçasına gülümseyerek el sallayarak bakarken git gide silinen nalların sesini yeniden duymaya başladı. Travmadan histerik kahkahaya geçiyordu ki aynı at arabasının geri döndüğünü gördü. At arabası önünde durunca kapı açıldı, kahkaha atan kötü giyinli, serseri görünümlü kalabalık bir grup ona doğru başını uzattı.
"Adamsın dost. Ne o, simyacılar arasında yeni bir moda mı?"


*İsteyen herkes katılabilir.
*Mekan karnaval alanının yakınlarındaki bir yoldur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alois Ameryliss
Black Rose Akademisi Öğrencisi
Black Rose Akademisi Öğrencisi
Alois Ameryliss


Mesaj Sayısı : 32
Kayıt tarihi : 12/02/12
Yaş : 29
Soy Kökeni : Aslında soyum Prusya kraliyet ailesine dayanıyo lan! Yeminle!
Hobiler : Müthiş olmak
Namı : ALOIS THE AWESOME

Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası Empty
MesajKonu: Geri: Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası   Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası EmptyPtsi Nis. 30, 2012 3:18 pm

    Alois bütün o sinir bozucu klasik ergen haline rağmen ailesini sevmiyor değildi, gayet de severdi aslında. Sadece çevrelerinin biraz fazla geniş olmasının ucu ona değdiğinde gönlünce cazgırlık yapıyordu –Çünkü bir avcı ailesinin –ne kadar köklü bir aile olursa olsun- nerden simyacı arkadaşları oluyordu ki? Neden ailelerinin çevresi böyle saçmalık derecesinde genişti? Neden Alois her yakında olan aile dostuyla görüşmek zorundaydı? Babası böyle arkadaş edinmeyi nerden öğrenmişti?
    Normalde cazgırlık yaparak böyle istemediği görüşmelerden rahatlıkla sıyrılabilirdi. İşin keyif vermeyen tarafı, annesinin de en az kendisi kadar gıcık olabilmesiydi –eh, genler.

    Ve Alois işte buradaydı, sevgili oda arkadaşını geride bırakmaya kıyamadığı için yalvararak –çünkü Alois gurursuz yavşağın tekiydi- kendisiyle gelmeye ikna etmiş, saçma sapan bir simyacı festivaline gidiyordu. Üstelik kısa sürede şoför bulamadığı için arabasını kendi kullanmak zorundaydı. Araba kullanmaktan özel bir zevk almıyordu, ama Alman birası ve Alman senfonik metali her şeyi zevkli yapardı, hele de böyle bir arabanın içerisindeyken.
    (Araba da Almandı tabii. Ve bu saçma yollarda bile rahatlıkla ilerliyordu, teşekkürler ve iyi günler.)

    ‘‘Hayatta en çok neden nefret ediyorum biliyor musun Clay?’’ dedi Alois cümleye zerre uymayan neşeli bir sesle. ‘‘Böyle ıssız, saçma, gelişmemiş yerler. Yani- lütfen ama, birkaç kilometre ötede lanet olası koca bir şehir var, insanlar niye gidip festivali ne idüğü belirsiz bir yerde yapar ki?’’ dedi bu kendisini efkarlandırmış gibi birasından hayvanca bir yudum daha alıp neredeyse bitmiş tenekeyi içecek yerine geri koyarak.
    Bu hareket Alois’e uzun süre önce gördüğü bir reklamı hatırladı, reklamda şu içecek koyma yerlerinin müthişliğinden bahsediyordu, hatta tam olarak ‘’Araba sürerken biranızı bacaklarınızın arasından çekin ki kız arkadaşınıza yer açılsın’’ gibi bir şey deniliyordu reklamda…
    Alois Clay’e acı dolu bir bakış attı. Çok yalnızdı çok. Kız kısmı dışında ne de çok uyuyordu halbuki kendisine o reklam cümlesi…

    Ah ne efkarlandırıcı şeydi hakikaten, Clay’in rahat bir insan olmaması. Yani güzel görünüyordu, Alois’in yatabileceği türden biriydi, yatsalardı ve konu kapansaydı da çok hoş olurdu. Ama bu ürkeklik ve duygusallıkla, ah aslaaa. Yine de Alois eğlencesi bitene kadar uğraşmaya devam edecekti tabii. Tüm rahatlığıyla direksiyonu iplemeden bir sigara yaktı, çünkü araba sürmek hakikaten boş bir işti.

    Neden türdeşlerinin –güzel arabalar sahibi zengin ünlüler- aksine araba sürmekten hoşlanmıyordu bilmiyordu, muhtemelen dikkat gerektiren ve kurallı bir iş olduğu içindi. Dikkat etmek ve Alois, hakikaten alakasız şeylerdi.
    Aralık camdan dumanı üflerken de şu dikkat dağınıklığı konusunun canlı bir örneğini yaşadı. Yolda bir at arabası, lanet olası bir at arabası olduğunu yeni fark ediyordu. Tanrım. Tabii bunu böylesine vurgulamasının sebebi ‘aman allahım biraz sonra çarpacağım’ telaşı falan değildi- malum, her şeyi gibi fren mesafesi de saçmalık derecesinde mükemmel bir arabayı sürüyordu.
    Sadece kendi kendine ayıplayacaktı, o kadar.

    Arabanın yanından rahat bir dönüş yapabilirdi pekala, durup muhabbet etmeyi de düşünmüyordu- ta kiii arabanın ne için ilerlediğini görene kadar. Arabanın oralarda bir adam vardı… Ve çıplaktı. Evet, Alois açısından ilgi çekici şeyler arasına giriyordu bu. Bir başka ilgi çekici şey ise adamın tanıdık gelmesiydi- ah hakikaten, o saçma derecede güzel saçı her yerden tanırdı, bu en uyuz profesörlerinden biriydi, okulu zerre iplemese bile uyuzluğunu duymuştu yani, o derece.

    ‘‘Ammmmm-man Tanrım!’’ diye cırladı hırsla camı daha da acarken. Sinir bozmak için kelimeleri uzatma huyu anında devreye girmişti. ‘‘Profesööör- Charles Benedict bilmemne, sözlüme düşük verdiniz ve ölmeyi hak ediyorsunuz!’’ Cidden ama, hak etmiyor muydu? Hak etmiyorduysa söylesinlerdi hani, ama hak ediyordu. Kim Alois Ameryliss gibi epik, kendi saçma dersleri için fazla müthiş olan bir insana düşük nor vermeye cüret edebilirdi ki? Sanki buna hakları varmış gibi, peh!

    Yine de Alois merhametliydi. Tövbe edenleri affederdi. Bu yüzden yanlarında gereksiz derecede acı bir fren yaparak, elinden değerli sigarasını bırakmadan –çünkü daha bitmemişti, ve bu kadar kaliteli bir şeyi bitmeden atmak resmen cinayetti- camdan sarktı. ‘‘Sizi bağışlamaya karar verdim Profesör.’’ yüzünde alametifarikası o iğrenç gülümsemesiyle. ‘‘Ah hayır, teşekkür etmene gerek yok Charlie, biz bize olduğumuza göre sana Charlie diyebilirim değil mi? Evet diyebilirim. Sen de bana gelmiş geçmiş en epik öğrencim diyebilirsin, izin veriyorum bak.’’
    Alois en hak etmeyen uyuzlara bile sevgisini verirdi, Alois’in sevgisi sonsuzdu.

    Hayvanlar dışında, çünkü onlara niye sevgi verseydi ki?
    Özellikle atlar… Alois at arabasına kaldırdı başını kaşlarını çatarken. Sırf hayvanların iğrenç kokusunun yüzlerce metre öteden duyulabileceğine inandığı için sigarasından son bir nefes çekti narin, kokain manyağı burnunu bu nahoş şeylerden korumak adına.
    ‘‘Ciddi misiniz siz? Yani, hakikaten bir at arabası mı bu? Bildiğin, atlı falan?’’ arabanın önündeki atlardan biri ona ters bir bakış atıp klasik at seslerinden çıkarırken Alois’le göz göze geldiler ve Alois hayvana iğrenmiş bir bakış attı. Ona konuşmuyordu canım, arabanın sahiplerine konuşuyordu. Ne bu şiddet bu celal. ‘‘Oha. Cidden at. Kaçıncı yüzyıldayız fark ettiniz mi hiç? Yani- cidden ama, geleneğinizi sikeyim, at arabası ne yahu?’’ tekrar yüzünü buruşturdu o epik hayvan sevgisiyle. Bu şeyler kendisi kadar dışkılıyordu yahu, öyle böyle iğrenç değildiler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lawrance Lawford
Engizisyon Mahkemeleri Başkanı
Engizisyon Mahkemeleri Başkanı
Lawrance Lawford


Mesaj Sayısı : 97
Kayıt tarihi : 15/02/12
Soy Kökeni : Elini kirletmeyen bir avcı.
Hobiler : Kimse tanımadan ortalıkta gezinmek, insanların işlerine karışmak, karşısındakini varlığı ile huzursuz etmek
Namı : Başkan. Başkanlar başkanı.

Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası Empty
MesajKonu: Geri: Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası   Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası EmptyPtsi Nis. 30, 2012 5:45 pm

Güneş her yeri aydınlatırken siyah bir araba günün parlaklığına karşıt bir şekilde hızla yol alıyordu. Sürücü koltuğunda oturan kişi gerginlikten ölmek üzere gibiydi. Yanındaki ise sürekli arka koltuğa bakıp rahatlamış bir şekilde yeniden önüne dönüyordu. Güneşin en tepede olduğu saatlerdeydiler. Lawrance bu yüzden koltuğa uzanmış bir şekilde uyuyordu. Elektrikten sonra hoşlanmadığı şeylerin başında aydınlık ve ışıklı ortamlar geliyordu. Derin uyuduğundan dolayı da arabanın hafif sarsıntısı onu rahatsız etmiyordu. Gidecekleri yere yaklaşmışlardı. Festival vardı. Lawrance gözleriyle görmek isterdi herşeyi. Bu yüzden yola düşmüşlerdi zaten. Oradakilerin arasına karışmak içinde gerçekten vasat bir şekilde giyinmişlerdi. Üzerlerinde bulunan en pahalı şey korumalarındaki silahlardı. Onun dışında Lawrance tehlikeli ortamlara bile yanına birşey almadan giderdi. Bunun kendine güveninden kaynaklandığını düşünmüyordu. Belki ölme arzusuydu belki de zihninin derinliklerinde oluşan o soruya bir cevap.

Yol neredeyse arabanın tekerlekleri altında eriyordu. Bu kadar hız elbette yanlıştı. Özellikle de o gün göreve yeni gelmiş bir koruma varken. Adam her sese büyük bir tepkiye yanıt veriyordu. Arabada derin bir sessizlik vardı. Aniden sürücünün kulağına garip bir ses geldi. O hafif sesi yanlış anlamıştı. Yanındakinin de arkaya döndüğünü görünce arkadan kendisinin göremediği biri olduğunu düşündü ve direksiyonu kırarken frene bastı. Araba savruldu. Lawrance koltukların arasına doğru düştü. Sürücü arabanın hakimetini zar zor kazanabilmişti uzun süren bir kayıptan sonra. Araba tamamen durduğunda cam kırılma sesi algılandı. Önceden duyulmuş olmasına rağmen... Sürücü yanındakinin artık orada bulunmadığını farketti. Adam yola savrulmuştu. Kendi alnındanda kan akıyordu. Koluyla sildikten sonra akan kanı arabadan dışarı fırladı. Önce etrafına bakındı düşmanı görebilmek için. Düşmana benzer biri yoktu. İlerde bir arabanın durduğunu gördü. Umursamadı. Bu sırada Lawrance kendine gelmiş ve kasketini aldığı gibi arabadan inmişti. Adamın kendisine doğru geldiğini gören Lawrance iyi olduğunu anlatmak istercesine elini kaldırdı. Adam bundan emin olduktan sonra arkadaşı için etrafa bakındı. Biraz ilerde yerde yatıyordu. Hızlıca onun yanına gitti. Koruma, arkadaşının yaralarına bakarken Lawrance kasketi iyice gözüne doğru indirdi. Işık onu rahatsız ediyordu. Arabanın üzerine oturdu ve cebinden çıkardığı oyunla ilgilenmeye başladı. Bu tarz şeyler ona göre endişelenmeye değmeyen şeylerdi.

Koruma, arkadaşının kendine gelmesini sağlarken bacağının da yaralı olduğunu gördü. Bir doktora görünmesi gerekiyordu. Korumaya çalıştığı adamın önünde iyice rezil olduğunu düşünüyordu artık. Arabanın tekerleklerinin ikisi kötü durumdaydı ve bir yedek vardı. Bunu da düşünmediği için kendine kızdı. Başkana döndüğünde onun oyun oynadığını farkedince rahatlaması gerektiğini düşünmesine rağmen iyice gerilmişti. Terlemişti. Lawrance korumalarının iyi olup olmadığını anlamak için başını kaldırmaktan başka birşey yapmamıştı. Karşısındakinde oluşan gereksiz öfkeye de dikkat etmişti. Hala gereksiz buluyordu herşeyi. En iyisi oturup beklemekti. Yaralı korumayı da arabaya yerleştirdikten sonra eski sessizlik geri geldi. Ufak bir telefon konuşması dışında hiç ses çıkmadı. Lawrance neden az ilerdeki insanlardan yardım istemediklerini sormadı. Gurur yaptığı belli oluyordu korumasının. Bu duruma pek takılmadı ve oyunda bir seviye daha geçmesine gülümseyerek karşılık verdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nayt E. Monalite
Monalite | Lord of the Kings | Efendinisss
Monalite | Lord of the Kings | Efendinisss
Nayt E. Monalite


Mesaj Sayısı : 61
Kayıt tarihi : 01/03/12
Soy Kökeni : Monalite
Hobiler : Her haltın altından çıkmak.
Namı : Her haltın altından çıkan adam. Her altın haltından çıkan adam. Mona.

Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası Empty
MesajKonu: Geri: Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası   Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası EmptyPtsi Nis. 30, 2012 6:55 pm

Festivalleri severdi.
Hatırlıyordu da yıllar önce birkaç simyacı ailesinin pikniğine katılmıştı. Espri anlayışı tuhaf o insanlar arasında eğlenmişti de. Severdi simyacıları. Festival için tanıdıkları sağolsun davetiye alınca da ilk işi Biancanın koluna girdiği gibi kız günü yapmak oldu. Eğlenceli şeydi kızkıza gezip tozmak, alışveriş yapmak, yeni makyaj malzemeleri almak. Severdi kardeşini de.
Hatta o direk aşka aşıktı. Evet.

İçerideki yoğun duman nedeniyle kardeşinin yüzünü pek net gördüğünü söyleyemezdi. Karanlıktı içerisi. Göçebe çingene simyacıların bu at arabasına dalınca saatini de başlarına bağışlamak zorunda kalması sebebiyle saat hakkında da en ufak bir fikri yoktu. At arabasının sallanışları arasında dışarıdan ufak görünen arabada sıkışıyordu şekilli karizmatik sakallarının omuzlarına değdiği adamların arasında. Gülümsedi Bianca'ya kibarca.
Derin bir nefes almayı çalıştı lakin el vermedi yaşam koşulları. Hayır tek sorun burnunda koloni kurmuş dumanlar değildi. Tanıştığı yeni dostlarının bu tarz keyifli hobilerinin olması onun da hoşuna giderdi. Ne yazık ki üzerinde elbise basenleri tarafından sıkılıyordu. Evden çıkmadan önce Bianca'dan festival için ödünç aldığı bu çiçekli bohem kokan elbisenin içinde tiril tiril baharı yansıttığının farkındaydı. Göğüsleri de elbisenin sıklığı nedeniyle daha dolgun görünüyordu mesela. Ancak, kaderin cilveleri, elbise daha üçüncü adımda sağdan soldan dikişlerin duygu patlamalarını çekmiş, bu nedenle festival sonrası Bianca'ya geri iade edilecek pek bir elbise kalmamıştı.

Yırtılmış elbisenin altından gösğü görünüyordu parça parça. Kalçalarının hemen altında biten elbisesini daha sonra metro beklerken giydiği salaş pantolonun içine öylesine sokuşturmuştu. Kadınsı şeyler yüzüne çok yakışsa da metrolar tehlikeliydi. Fazla seksi olup tacize uğramak istemezdi.
Bileğinde ufak bir fular bağlamıştı. Bileğinden öyle bir şeyin sarkması kadar keyifli bir şey olamazdı zaten. Son olarak kombinini tamamlayan şey de at arabasındaki berduşla değiş tokuş ettiği gömlek oldu. Eski gömleği elbisesinin üstüne giymişti, adamın kemerini de kafasına takmıştı saçlarını her yana daha da dağıtarak. Muhtemelen festival alanına girince onu bekleyen tanıdıklar giysi seçimi nedeniyle onu kıskanacaklardı.

At arabasının ani duruşuyla öne, Bianca'nın üstüne doğru savruldu. Kaşlarını çattı merakla. Can dostu sarhoş çingenenin dışarı çıkıp söylediği şeyle dikildi bir anda kulakları. "Moda mı? Hani?!" dediği gibi soktu kafasını birisinin kalçalarının yanından dışarı doğru. "Bianca festivale bizsiz başlamışlar!"diye bağırdı adamı gördüğü gibi ayıplarcasına. Ne cüretle?! Üstelik festival giriş alanının dışına kadar yayılmıştı! Bu saatte!

Arkadan ani fren yapan arabanın sesiyle çevirdi çehresini arkaya. Belki de hakkını alıyordu kıymetli dostlarının. Bu parti sırf onun için düzenlenmiş olmasındı? Uzaktan Aloisi gördüğü gibi büyün bir neşe ile omuzlarına yolladı gücünü. Ayağını at arabasının neresi olduğu bilmediği yere dayayıp itledi kapıdan kafasını çıkarmış herkesi. Hepsiyle beraber yere düşünce suratındaki o neşeli gülümseme açık havayla daha bir canlanmıştı sanki. Çıplak, daha önce bir yerde gördüğünü ama kim olduğunu çıkaramadığı adamın ve diğer çingenelerin üzerinden kalkınca silkelendi bir. Henüz Alois için kollarını açmışken arkadan gelen bir başka arabanın kaza yaptığını görünce kendine engel olamadı, ıslık çaldı. Ha dese oynamaya başlayacaktı.
Bir sessizlik tuttu o kadar gürültünün ardından mekanı. Önce Alois'e, sonra aradan fırlamış takımlı adama baktı. En sonunda dayanamadı, kendi için verilmiş bu partiyi başlattı.
"Üstsüz partisi! Soyunun!" Haykırışının ardından at arabasından nidalar yükseldi, bir anda fışkrırcasına sürüyle adam soyuna soyuna dışarı fırladı. Kollarını iki yana açınca Bianca'nın elbisesi iyice yırtılmış, seksi göğüsuçları da açığa çıkmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Laila Nikola Sahir
Black Rose Akademisi Öğrencisi
Black Rose Akademisi Öğrencisi
Laila Nikola Sahir


Mesaj Sayısı : 49
Kayıt tarihi : 23/03/12
Yaş : 30
Hobiler : Piyano çalmak,Rus edebiyatı,lied ve opera dinleyip psikopata bağlamak
Namı : Maganuna

Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası Empty
MesajKonu: Geri: Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası   Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası EmptyCuma Mayıs 04, 2012 8:34 pm

Madem ki sosyalleşmek istiyordu yeni hayatında,öyleyse bu insanı terleten,güneşin tenini yaktığı saçma salak bahar gününde dışarı çıkıp festivale gitmek zorundaydı.Gülün dikeniydi bu Laila için.''Belki orada iyi birilerini görürüm,beni yargılamayacak birilerini...'' diye düşündü ve umutla gözlerini kapadı.Aslında kötü bir şey değildi bu festival,at arabasıyla gidiliyordu hem! Laila güneşi çekmemek için bembeyaz giyinmişti,beyaz pamuk bir gömlek,beyaz kabarık bir etek,beyaz babetler ve beyaz şemsiye...Kendini bir leydi gibi hissetmemesi için hiç bir sebep yoktu.Yanındaki diğer insanlar arada ona şaşkınca bakarken o kendi kendine takıldı ve düşündü...''Simyacı festivali...Hiç simyacı görmedim...nasıl insanlar acaba? Cadılar gibiler mi?'' Birden köyden yeni kente gelmiş kezbanlar gibi hissetti kendini,bir kahkaha attı...Bütün arabanın bakışları ona kaymıştı.Gotik crossdresserler gülemezdi sanki.

Birden bütün arabalar durdu ve neredeyse kör gözleriyle iyi seçemediği biri
''Soyunun!'' diye bağırmaya başladı,bir sürü çıplak adam fırladı her yerden.Laila öğürdü.Çıplak koca adamlar ona iyi şeyler hatırlatmıyordu ve soyunmayı da sevmezdi,onun derisi danteller ve kumaşlardı ne de olsa.

Pencereden ''Bakalım neler yapacak bunca adam,Tel-Aviv'i aratmasınlar da bana...'' diye düşünürken gözü at arabalarından birindeki albino çocuğa takıldı.Onun o bembeyaz tenine,kırmızı gözlerine imrendi.Laila da kızıl saçları ve bembeyaz teniyle güzeldi ancak bu güzelliği bembeyazlığa tercih ederdi.En azından teninle,saçlarınla,kaşlarınla bembeyaz olabilmek güzel şey olmalıydı.''Saflık zambağı gibi...'' diyecekti çocuk için ancak diyemedi çünkü gözlerindeki kırmızılık sadece bir hastalığın belirtisi değildi.Vücut,zamanla insanın ruhuyla tamamlanırdı ve Laila bunu kendisinden çok iyi bildiği için,kendisi gibi kirlenmiş ruhların zapzayıf bedenlerini iyi tanırdı.İç çekti ve simyacıların festivalini keşfe hazırlandı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bleedingmoon.yetkin-forum.com/t286-laila-nikola-sahir
 
Anadanüryan Şişe Tokuşturma Karnavalın Bir Parçası
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kanayan Ay  :: Diğer Ülkeler :: Galler :: Cardiff :: Festival Alanı-
Buraya geçin: