Kanayan Ay
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kanayan Ay

*Buraya random gothic cadılı söz geliyor*
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Robert Johnson'ın Şeytanı

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Marlene D.
Engizisyon Mahkemeleri Başkan Yardımcısı
Engizisyon Mahkemeleri Başkan Yardımcısı
Marlene D.


Mesaj Sayısı : 37
Kayıt tarihi : 15/01/12
Yaş : 34
Soy Kökeni : Avcı
Hobiler : Millete laf atmak
Namı : Marry

Robert Johnson'ın Şeytanı Empty
MesajKonu: Robert Johnson'ın Şeytanı   Robert Johnson'ın Şeytanı EmptyC.tesi Mart 03, 2012 10:34 pm

Ocak, 2011
Leon Lewis, Marlane D.


Bir şarkı var, sözlerinde de "ben değil dünya fahişe" cümlesi geçer. Ne de güzel bir şarkıdır o şarkı. Dünya oldukça fahişeydi ki onu baştan çıkarmak için her türlü yola başvuruyordu. Yarın uyanıp da bu günü aslında yaşamadığını görecekti. Acıması olmazdı dünyanın. Rüyasının tadını çıkartmalıydı o zaman uyanana kadar. Sonuçta rüyada olduğunun farkına varmak da yararlıydı. Tabii rüyada olmama ihtimalini de göz önüne alacak olursa. Aksi halde başına kötü işler açabilirdi.
"Cebime düşürmene gerek var mı? Elime versen de olur. Hatta kolumdan tutup zorla operaya da götürebilirsin, itiraz etmem ben." Utancından gülmemek için dudağını ısırıyordu. Gözlükleri gözünde olsa çoktan çatlarlardı heyecanından. Şimdiyse sadece içi çatlıyordu. Kendisini kıskanan biriydi o şuan. Bu kişi kendisi olamayacak kadar şanslıydı. Kendisi olsaydı evde oturup tatlı yiyor ve Oprah'ın tekrarlarını izliyor olurdu. Bu kızın yanındaysa Leon vardı.

Bir sokağa geldiklerinde arabayı parketti Leon. Karşıdaki kulübe gelmiş olamadıklarını düşünürken o çoktan inmiş Marlene için kapıyı açmıştı bile. Marlene'se hala sırıtmamak için dudaklarını ısırıyordu ve gözleri gördüklerinin gerçek olmadığını inkar etmek istercesine yanıyordu. Leon'a belli etmeden cimcikledi kendisini. Derin uykuda olduğu için uyanmayı beceremiyor olsa gerekti. Sabah mezarlığa giderken arabayı bir yere mi çarpmıştı yoksa banyoda uyuya mı kalmıştı emin değildi.
Arabadan inip teşekkür sözcükleri mırıldandı. Pek de öylesine bir yere benzemiyordu şu geldikleri yer. "Burası mıydı hedefimiz?" Hayran dolu gözlerle baktı mekana. Gençliğinden beri çok az takılmıştı böyle yerlere. Engizisyon'un yüksek rütbeli yetkililerine gece hayatı pek yakışmazdı. Genç yaşta yetki sahibi olmasının acılarını yaşıyordu. Neyse ki yapısında gecelerin kadını olmak pek yoktu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leon Lewis
Kirli Kan
Kirli Kan
Leon Lewis


Mesaj Sayısı : 632
Kayıt tarihi : 22/04/10
Soy Kökeni : Bulanık
Namı : Paul Tibbets, Lester, Leroy, Lewin, leo, Le Roi

Robert Johnson'ın Şeytanı Empty
MesajKonu: Geri: Robert Johnson'ın Şeytanı   Robert Johnson'ın Şeytanı EmptySalı Mart 06, 2012 6:51 pm

Gitmek istediği kulübün sokağını gördüğü gibi suratında nihayet diyen bir tebessüm belirdi. "Sen öyle diyorsan... O zaman bu sözü de cebime atıyorum. Cebimden çıkardığımda da böyle düşünsen iyi edersin." Ayağı frene yavaşça basarken caddeyi daha da küçülten bir park yaparak diğer sürücüleri kendisine küfür ettirmektense hemen kulübün önünde durdurmadı arabayı. Fazla da uzakta durmuş sayılmazdı ya... o da iyiydi. Aarabadan seri bir şekilde inip Marlane'in kapısına yöneldi. Kapısını centilmen bir şekilde hafifçe öne eğilerek açtı, elini tutabilmek için aynı edasını yitirmeden elini ona doğru uzattı.
Dışarı çıkıp mekanı görünce verdiği tepkilerin pozitif olduğunu görmek hoşuna da gitmişti tabii. Çoğu boş insana nazaran zerafet ile doğduğunu biliyordu Leon. Kaliteli şeyden anlardı tek bir bakışıyla. Elbette zevkleri de hoş olacaktı, şüphe duyabilecek kişi çıkar mıydı ki onunla bir gün geçirdikten sonra? Birilerini hayran etmek için hiç kirli soy gücüne ihtiyaç duymamıştı. Leon'un varlığı, insanların zihinsel raylarını değiştirmeye yeterdi.

Kulübe dışarıdan bakan Marlane'in yüzüne kibar bir heyecanlı gülümsemeylke bakarak yanına geldi. "Rica ederim sus. İçeriye girip müziğin akışında duymak istiyorum yorumunu. Vakti delicesine harcamak için ideal bir mekan olduğunu söylüyorum şu an, orada ne kadar haklı olduğumu göreceksin. Orada onaylayıp tekrar edeceğine eminim tüm söylediklerimi." Sesi sakinleştirici bir tona sahipti gözlerini bir an olsun Marlane'den ayırmıyorken.
Şu anda bu kadar rol kesmeye çalıştığı, üzerine bu kadar titrediği bu kızılı sabah Mathilda ile olan buluşmasını böldü diye öldürmeyi düşünmemiş miydi? Duygular ne güvenilmez şeylerdi ama... Hoş, bunda ateşin renklerinin de etkisi vardı ya, kader işte; zevkleri kullanıp çok şahane bir şey biliyormuş rolünde politikacılık taslardı.

Basitlik kibar, beyazlar giyinmiş nazik bir leydiydi ona göre; zerafet ise dünyada eşi benzeri bulunmayan tatlılıkta bir ırmak suyu. Hayatını zariflikle basitleştireceği bir gece geçecek gibi duruyordu. Kırbaçlıyordu içindeki hazzı sanki her baktığında Marlane basit görünse dahi o kızıl saçlarıyla. Bir düğüm gibiydi ona baktığında gördüğü sıradanlık. Kapalıydı bir daha açılamayacakmış gibi. Ama karşısında dururken öyle hafif, öyle basit, öylesine serbest duruyordu ki çözmek için zorlanacağı aklının ucundan bile geçmezdi. O da anlamış değildi onu bu kızın peşinden sürükleyen kararlılığını. Belki de son zamanların boşluğu ona en ufak kırıntıyı dev aynasında göstertiyordu. Göz bu ya, alıştığı şeyleri unutunca gördüğü her şeyi alıştığı sanardı. Yine de şikayetçi olduğunu söylemezdi. Uzun süre işi çıkmamış bir cinayet masası polisinin psikopat iş hazlarını taşıyor da sayılırdı Leon. Bilginleri Marlane'le olduğu sürece ezmeyi bırakacaktı demek; Onlar derlerdi ya, "her anın tadını çıkarmak şart..."
Her kızıl da tadını çıkartmak şarttı. Hangi ateş müptelası kafir, ateşi andıran bir leydiyi dansa davet etmezdi ki? Hele ki hiçliğin boş kibarlığını taşırken.
Hiçliğin boş kibarlığı komikti. Ve bu komik vakit kaybı, Leon'un hoşuna gidiyordu.

Eliyle nazikçe Marlane'in parmak uçlarından tutup hafifçe yukarı kaldırdı elini. Kulübe doğru kararlı ve kendine güvenen adımlarla yürümeye başladı. Kulübün giriş kapısı ve kapının iç tarafından bulunan görevli beyazlarla bezeliydi. İşaret ve orta parmağını alnına dokundurarak nazik bir selam yolladı görevliye içeri girerken. Birkaç basamak aşağı indikten sonra, içeriden hayal meyal işitilen blues şarkıcılarının sesleri cam, üzerine altın rengi boyalarla basit şekiller çizili kapının kenarlarından taşıyordu. Boş eliyle kapıyı açıp Marlane'i tuttuğu eliyle ileri uzattı ellerini kulübe hoş geldin dercesine.
Tam bir elit yuvası olduğunu söylemezdi gittikleri yerin. Her tarafından zenginlik de fışkırmıyordu... Işıklandırması bir şampanya tadında hafif loş ama bunaltıcı değildi. Renk tonları genelde koyu saman sarısı ve bordodan yana kullanılmıştı. Tahta, viktoryen bir havaya sahip tavanlardan etrafın boğuculuğunu tatlı bir vintage temasına sürükleyen lambalar sarkıyordu başlığının biraz yukarsına kadar. Marlane'i zaman makinesine getirmişti: 20. yüzyılın ilk yarısında, Amerikanın kendine özgü barlarından birindeydiler. Amerikaya özgü bir tema, yine de İngiliz tülleriyle örtülmüş gibi... Buradaki herkes daha geçen akşam bir dans partisine gitmiş bir havaya sahipti ve ortamda salınan müzik insanın içini hüzünlü bir huzurla kaplıyordu.
Muhtemelen biraz sonra burada çalan genç jazz grubu sahneye çıkacaktı, onların sololarını da duymasını çok istiyordu Marlane'in.

Kulübün sadık misafirleri entellikten kırılan tipler de sayılmazlardı. Yeri geldiği zaman bir jazz solosunda aynı anda kadeh kaldırarak ayakta epeyi gürültülü alkış tuttuklarını da görmüştü Leon. Ve bir de, asla unutmazdı, jazz temasından iyice kayıp saksafon eşliğinde masalar kenara çekilerek dans edilmişti. Marlane'in öyle bir güne denk gelmesi ne hoş bir tesadüf olurdu ama... Üzeri uzaktan kadife görüntüsü veren bordo örtülü bir masaya doğru yönelip -hoş, salondaki tüm masalar aynıydı ya- Marlane'in elini bırakarak oturması için çekti sandalyesini. Marlane oturunca o da hızla kendi tahta sandalyesine çekti ve gözlerini Marlane'in kahverengi gözlerinden ayırmadan iki kolunun da dirsek ile bilek arasını dayadı masanın kenarına. Parmakları Blues parçasına ritm tutarken dudakları da her an şarkıya eşlik edecekmiş gibi duruyordu. Tırnakları müziğe bir süre daha bateri etkisini sunarken sonunda gülerek arkasına yaslandı. "Eee, haklıymışım değil mi?" dedi hınzır bir gülümsemeyle. Elbette haklıydı. Ama nazik, masum ve boş zamanlarında adam kaçırıp onları korkunç bir şekilde katletmeyen beyefendiler pek egoist ve kibirli sayılmazlardı...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bleedingmoon.yetkin-forum.com/t182-leon-lewispaul-tibbets
Marlene D.
Engizisyon Mahkemeleri Başkan Yardımcısı
Engizisyon Mahkemeleri Başkan Yardımcısı
Marlene D.


Mesaj Sayısı : 37
Kayıt tarihi : 15/01/12
Yaş : 34
Soy Kökeni : Avcı
Hobiler : Millete laf atmak
Namı : Marry

Robert Johnson'ın Şeytanı Empty
MesajKonu: Geri: Robert Johnson'ın Şeytanı   Robert Johnson'ın Şeytanı EmptyCuma Mart 16, 2012 3:40 pm

Şu büyülü günü daha da güzelleştirecek bir yere geleceklerini biliyordu, tahminlerinde başarısız olmuyordu. En uçuk şeyleri düşünürse tutturmuş olurdu zaten. Böyle bir yere daha önce geldiğini hiç hatırlamıyordu. Daha küçükken birileriyle dışarı çıktığında gürültülü diskolara ya da içine girdiğinde bir yerlerinde altın yumurtlayan kaz yetiştirdikleri kümesler olduğunu düşündüğün lokantalara götürülürdü. Bu mekan kesinlikle o yerlerden farklıydı. Genelde alışkın olanların geldiği bir yer gibiydi. Köylerdeki minik tavernalar gibi... Onların daha lüks hali de denilebilir. Yine de böyle yerlere sık gelmemenin ve Leon'un etkisiyle hayran kalmıştı buraya. Parkasını çıkarıp sandalyesinin arkasına astı, ardından da yeniden önüne döndü. "Haksız olmanı asla beklemezdim zaten." Herhalde onunla daha bu gün tanışan kimse o harika davranışlarından etkilenmeyip de haksız çıkmasını beklemezdi. Hiçbir insan beklemezdi...

Bir süre etrafı daha dikkatle inceledi. Aç olmasına rağmen bir şeyler tıkınarak kaba birisi gibi görünmek istemezdi. Bu yüzden açlıktan ağzının kokmamasını diledi içinden. "Bir şeyler içsek fena olmaz değil mi?" İçmek onu rahatlatabilirdi. "Tabii senin için de sorun olmasa." Olmazdı büyük ihtimalle. Hem ağızları kurumazdı hem de dillerinin buzları çözülürdü. Sessiz olan genelde Marlene'di ve gerekli olan da onun biraz daha konuşmayı becerebilmesiydi. Konuşmak sonuçta önemliydi canım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Robert Johnson'ın Şeytanı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kanayan Ay  :: Londra :: Şehir Merkezi-
Buraya geçin: