Kanayan Ay
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kanayan Ay

*Buraya random gothic cadılı söz geliyor*
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Eadwyn.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Eadwyn N. Eveas
Kirli Kan
Kirli Kan
Eadwyn N. Eveas


Mesaj Sayısı : 135
Kayıt tarihi : 14/01/12

Eadwyn. Empty
MesajKonu: Eadwyn.   Eadwyn. EmptyPtsi Ocak 16, 2012 2:04 pm

Canı yanmıştı, korkuyordu, ne yapması gerektiğine emin değildi, göz yaşları iri gözlerinden teker teker süzülürken nereye gitmesi gerektiğine karar veremiyordu. Olanlar… Başına gelen her şey… Anlayamıyordu. Neden böyle olmuştu? Herkes ona iltifatlar edip sürekli güler yüzleriyle ne zaman ne istese yapmaya çalışmamışlar mıydı? Onu mutlu edebilmek için, sırf yüzüne bir gülümseme yerleştirmesi için… Böyle dememiş miydiler? Ve kendisi de onlar için, onlar için yaptıkları her şeye boyun eğip tek bir itiraz kelimesi veya hareketi bile göstermeden yanlarında her türlü acıya katlanmamış mıydı? Öyleyse neden böyleydi? Neden birden tek bir baş kaldırısı beraberinde daha çok acıyı, katlanılamayacak yaraları getirmişti? Bilemiyordu, belki de bilmekten korktuğu için öğrenmekten kaçıyordu.

Yağmur daha da hızlandığında kollarıyla kendini ısıtmak istercesine vücudunu sardı. Üşüyordu, üzerindeki giysiler kalın değildi. Rüzgar uğultusuyla beraber gelip onun tenine değdikçe daha da fazla titriyordu sanki yağmur damlaları yetmezmiş gibi. Gözlerine damlalar kaçıp canını yakacak diye kafasını da kaldırmaya korkuyordu üstelik. Ayakları… Onların buz kestiğini hissediyordu. Hayır artık onları bile hissedemiyordu. Çamur kaplı ayakları dondurucu soğuğun etkisiyle hareket edemiyordu. Yürüyemiyordu bile nasıl bir yerlere gidebilsin? Bu dipsiz karanlıkta kalmaktan zaten korkuyordu bir de şimdi ilerleyememek… Soğuk, korku, karanlık ve her şeyden de önemlisi yalnızlık… Onun durumunu açıklıyordu.

Burada daha fazla kalırsa ölür müydü? Biri onu bulup hikayelerde duyduğu sıcacık yanan şömineli evine götürüp onu koltuğuna oturtup dilediği kadar burada kalabileceğini söyler miydi? Ona en sevdiği yemekleri içine sevgisini katıp pişirir miydi peki? Sıcak bir aileye sahip olma düşüncesi… Uzun zamandır zihninin içinde teker teker görüntüsü geçip giderken aslında bilmiyor muydu sanki bunun belki de imkansız olduğunu? Belki olurdu bunun cevabı. Küçücük, onlu yaşlarda daha önce evi saydığı laboratuardan bir adımını bile dışarı atmamış bir çocuk için sadece bunun hayalini kurmaktan başka şans var mıydı ki?

Yara bere dolu bedeninin artık onu taşıyamadığını fark ettiğinde çabalamanın faydasız olduğunu düşünerek kendini bıraktı, çamurlu toprağa düştü. Zemin soğuktu, daha da fazla üşümesine sebep oluyordu küçük çocuğun. Kollarını az önce yaptığı gibi kendini ısıtmaya çalışmak için kullanmaktan bile acizdi güçsüzlüğü yüzünden. Burada ölüp gitmekten korkuyordu. Gözlerini kapadığı andan itibaren karanlığın içinde yerini alıp bu dünyadan tamamıyla silinmek çocuğu ürkütüyordu. Birinin onu bulup bu acı verici durumdan kurtarmasını dilerken bir yandan da gözlerini kapama dürtüsünü engelleme uğraşları içindeydi. Uyuyamazdı, o zaman yok olurdu. Bunu istemiyordu. Ama yine de yorgunluğuna karşı gelemeyince gözlerini kapamaya zorlandı istemese de. Soğuk, uzun bir uyku onun için sessizce bekliyordU.

***

Yavaşça gözlerini açtı, boyası dökülmüş, sararmış tavana baktı. Yeni uyandığı için görüntü bulanıktı, iyi göremiyordu fakat tavanın beyaz sıvasının yer yer olmadığı belliydi. Kötü ve pis görünüyordu, ayrıyetten odanın içinde burnunu rahatsız eden bir pas kokusu vardı. Kaldığı hücreye benziyordu. Onunda tavanı böyleydi; çirkindi ve içinde yaşayanın hayatının ne kadar da ucubece, zavallıca olduğunu belli ediyordu. Havası da temiz sayılmazdı, aynı koku yani pasın burnunu hafifçe yakan kokusu o küçük odada da bulunuyordu. Evet, burası ona laboratuar binasının içindeki hepsi birbirinden ufak ayrıntılarla ayrılan denek sayılanların hayatlarını geçirdiği bir başka odacığı hatırlatmıştı. Genelde oradaki odalar günün belli vakitlerinde gelen nöbetçiler tarafından aydınlatılırdı, en azından küçük çocuk öyle sanıyordu kaldığı üç aylık yalnız sürede. Aslında ‘yalnız’ demek de pek doğru olmazdı, ilk haftalarda bir arkadaşı vardı; doğru dürüst beslenmediğinden kaynaklanan sıska bir vücut, yağlanmış, birbirine karışmış ve eski parlaklığını kaybetmiş kızıl saçlar ve her şeyden önemlisi de kederli, yorgun bakan bir çift yeşil göz… İşte arkadaşı böyleydi. Birkaç gün sonra ise… Artık öyle biri yoktu. Yapılan deneylerin birinde bedeni artık daha fazlasını kaldıramayarak toz olmuştu. Gömülmesi için ardında bıraktığı bir cesedi bile yoktu, sadece binanın bahçesine başarısız deneyin sonucu olarak serpilmiş tozları vardı. Kendisinin gözlerinin içindeki pırıltı da kısa sürede silinmişti elbette bunları öğrenince, artık anlıyordu ki hepsi, daha önce onun için yapılmış her şey süslü yalanlardan ibaretti. Bu korkunç manzaralar birer birer gözlerinin önünden geçince hızlıca yattığı yerden doğruldu. Duyduğu erkek sesiyle titreyerek arkasına dönüp sesin kaynağına baktı.

“Demek bütün o binayı yok eden sensin.”

Onu korkutan kişi, rengi solmuş mor tekli koltuktan kalkmış üzerine doğru geliyordu. Kendisine zarar verecek bir şey yapacakmış gibi gözükmese de üzerindeki örtüleri kendi üstüne çekerek sıktı, bacaklarını da kendisine yaklaştırmıştı. Daha en ufak bir düşmanlık özelliği göstermemiş adamdan kendini korumaya çalışıyordu. Kimdi o? Ve asıl önemlisi kendisinin burada ne işi vardı? Ne zaman ve nasıl gelmişti buraya? Acaba bu yer, bu yer şu hayallerini sürekli süsleyen sıcak bir şöminesi olan bir ev miydi? İstekli bakışlarıyla çevresine baktığında yanılmış olmanın hayal kırıklığını yüzüne yansıtırken adamın yanında durup onu dikkatlice incelediğini görünce şaşkınlıkla ve biraz da ürpertiyle gözlerini kırpıştırdı. Nedense huzursuz hissettiriyordu. Lacivert saçları, biri saçlarıyla aynı renk diğeri ise kırmızı olan gözleri ve kendisine has olan aurası… Küçük çocuk örtülere biraz daha sarıldı.

“Korkmana gerek yok, ufaklık.”

Adam, elleriyle kafasını okşuyordu. Ona eski evindeki anılarını hatırlatmıştı. İsimlerini hiçbir zaman söylemeseler bile kimlik kartlarından okuduğu kişileri canlandırmıştı gözünde. Devamının da zihnine dolmasını istemediğinden gözlerini sıkıca kapattı. İstemiyordu devamındaki acı hatıraları, hepsi küçücük bir çocukta travmalara sebep olacak, çığlıklara sadece tokatla cevap verilen korkunç deneylerdi. Kim onları hatırlamak isterdi ki? Peki ya daha sonrası, onlar da kötüydüler. En az öncesi kadar korkunçtular.

Hayır, hatırlamak istemiyordu ama kurtulamıyordu. Hiç güzel sayılabilecek anısı yoktu, tek aklında canlanan şeylerin bunların olması ne kadar da acı vericiydi. Diğerleri, yani ona sevimli bir maske yerleştirip kandırıldığı günleri düşündüğünde ise içi daha da hüzünle doluyordu. Yalanlardan korkuyordu, onlar canını yakıyordu zehir gibi. Gitmek istercesine vücudunu hareket ettirip yattığı yerden kalkmaya çalışınca yumuşak bir elin onun kalkmasına izin vermemeyi hedeflercesine başındaki baskıyı arttırdığını hissetti. Sorgulayan bakışlı yeşil gözleriyle adamın gözlerinin içine bakmaya başladı. Burada da bu adamın deneği mi olacaktı? İçi “denek” kelimesiyle beraber ürpertiyle titrediğinde aynı şeylerin tekrardan başına gelecek olması çocuğun kaçmak için bir kapı, daha da önemlisi adamı atlatmak için bir yol bulmaya çalışmasına neden oluyordu umutsuzca.

“Anlıyorum. Neden burada olduğunu ve nasıl buraya geldiğini merak ediyorsun. Endişelenme, sana orada yapılanlardan hiçbirini yapmaya niyetim yok, ufaklık.”

Adam gülümseyerek kalkıp odadan çıktı, ardında elinde içi yiyeceklerle dolmuş bir tepsiyle geri döndü. Yüzündeki gülümseme hala yok olmamış, attığı her adımla daha da yaklaşıyordu. O gözlere baktı. Lacivert gözü ve diğer kan kırmızısı gözü güven dolu, gülümseyişi iç rahatlatmayı amaçlar nitelikte olsa da çocuğun şüphesi devam ediyordu. Küçük ve kandırılmasının kolay olduğunu biliyordu, zaten her şeyin başına geliş sebebi ona söylenmiş olan yalanlara inanarak başlamamış mıydı? Güven meselesi… Artık kendisi için kolay değildi, daha önceden herkese yaklaşımının şimdi nasıl da onun güçsüzlüğünü gösterdiğini düşünüyordu. Evet, o küçüktü, güçsüzdü, pek çok şeyi yapamayacak kadar aciz; ruhu yaralıydı.

“Aç olmalısın. Korkmana gerek yok, sadece senin sağlığın için endişeleniyorum. Bu arada, adın ne? Sana bir isim verdiler değil mi?”

Açtı elbette, adamın elindeki şeylere saldırmamak için kendini zor tutsa da o şeyleri tekrardan yaşamaya öyle korkuyordu ki! Yapamazdı, hiç tanımadığı birinden bir şey alamazdı. Belki o da kendisini kandırmaya çalışanlardan farklı değildi? Belki de sadece laboratuardakilerin kötü bir oyunuydu kendisini geri getirmek için. İsmi sorulduğunda aklında ufak bir hatıra canlandı. Hakkındaki fısıltılara kulak misafiri olmuştu bir kere oturduğu yerde usulca. “7603-K1 mı? Yine mi? Neden o bu kadar önemli ki?! Sadece cılız bir çocuğa umut bağlıyor olmalarını zavallıca buluyorum. Neyse ki bu benim sorunum değil, Margaret. Git ve o bütün laboratuarı baştan aşağı bir şekilde etkilemiş olan veledin her şeyiyle ilgilen. Ama emin ol yakında onun işe yaramaz biri olduğu ortaya çıkarsa sen de işinden olursun. “ Sonra da dinlenildiklerini anlamış olacaklar ki sesleri yavaş yavaş silinmişti. 7603-K1… Kendisine böyle diyorlardı gerçek bir isme sahip olmayı isterken halbuki.

Açlığına daha fazla gelemeyip elini uzattı, tepsiden bir parça üzümlü kek aldı. Tabii onun daha ne olduğunu bile bilmeden ağzına atıp daha önce hiç bu kadar leziz bir şey yemediğini fark ederek tekrardan tepsiden bir tane biraz daha büyükçe olanını seçti. Açlığını bastıramayarak, lokmalarını bitirmeden atıyordu hızlıca ağzına. Kıtlıktan çıkmış gibiydi ki kim demişti kıtlıkta yaşamadığını zaten? Bir süre sonra yaptığı açgözlülükten utanarak elini yavaşça tepsiden çekip kafasını yere eğdi. Kendine hakim olmayı becerememiş, zarar gördüğü şeyden ders alması gerekirken bunun tam tersini yapmıştı. Ama adamın gülümseyen yüzü… Hiç de ona bir yalanın parçasıymış gibi gelmiyordu. Her türlü kandırma çabasından uzak geliyordu kendisine o gözler ve o ses. Yani… Sanki onun yanındayken korkmasına gerek yokmuş gibi hissediyordu. Adamın suratına bakmaktan çekinerek kekeleyerek adını fısıldadı:

“7603-K1. Ba-bana öyle diyorlar.”

“Bu çirkin bir isim, daha sonra sana daha güzel bir isim koymama izin ver.”

Adamın tekrardan eli onun kafasına gitti ve yine okşayarak çocuğun yeşil gözlerine sıcakça güldü çocuk onaylarcasına kafasını sallarken. Düşman bir görüntü çizmemesi, buraya geldiğinden beri ona iyi davranması ve hatta kendisini buraya getirmesi… Ona inanmayı istediğini fark etti küçük çocuk. 10 yaşındaki ailesi olmayan, acı çekmiş birisinin birine güvenmeyi istemesi kadar doğal bir şey var mıydı sanki? Ne kadar acınası halde olduğunu da biliyordu. Bu minik bedenle, güçsüz kollarla, yara bere içindeki bacaklarla, yorgun düşmüş ayaklarla daha fazla kendi başına bir şeyler yapıp yaşamaya devam etmesi öylesine zor değil miydi? Birinin onu koruması lazımdı en azından kendini korumayı öğrenene kadar. Böyle olmalıydı, bu zorunluydu. Ve şuan güven duyabileceği kişiyi hemen yakınında duran kişiden daha farklı biri olarak göremiyordu. Adamın korku saçan aurası bile umurunda değildi, yeter ki onu korusun, onu sevsin istiyordu. Kollarıyla onu sarsın istiyordu küçük çocuk tıpkı bir annenin veya babanın kendi çocuğunu sarması gibi. En doğrusu ona bu geliyordu; karşısındaki, tanışalı daha bir saat bile olmayan adama güven duymak… Ama ne yapabilirdi ki? Aslında karşısındaki adamında o karanlık aurasının gerçek olduğunu bilse, gülen yüzünün ardında yatanın belki de daha önce yaşadıklarından daha da korkunç olduğu öğrense ve kurtarıcısının onun ölmesini engelleyerek buraya getirmesinin tek sebebinin sadece kendi amacı uğrunda kullanmak istediği bir piyon olduğunu duysa ona güvenebilir miydi? Hayır… Yine de onun bunları bilmesi imkansızdı, istediği tek şey kalbinin tekrardan sıcak duygularla süslenmesiydi, sevgiyi yalan olmadan ilk defa tatmaktı. Bu sebeple utangaç, umut dolu gözleriyle adamın yalanlarla kirlenmiş gözlerinin içine baktı.

“S-sana güvene b-bilir miyim?”

"Evet, elbette. Sana zarar vereceklerin sonunun her şeyden daha da kötü olacağını garantiliyorum.”


Adamın sahte gülümsemesiyle çocuğun gözlerinin içi güldü, içi yalandan bir sıcaklıkla ısındı ve gözlerinden birer damla yaş üzerindeki örtünün üzerine süzüldü. Ardından da mutluluk dolu bedeni hala yorgun olduğundan yatağa düştü, en sonunda da hayalleri gerçekleştiği için yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle dinlendirici bir uykuya daldı. Tabii küçük bir çocuğun tatlı rüyalarıyla dolu olan dünyasından onu izleyen şeytanın sinsi bakışını hissetmesi imkansızdı…


---

Aslında yeni yazacaktım ama çok zor geldi. >.<
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leon Lewis
Kirli Kan
Kirli Kan
Leon Lewis


Mesaj Sayısı : 632
Kayıt tarihi : 22/04/10
Soy Kökeni : Bulanık
Namı : Paul Tibbets, Lester, Leroy, Lewin, leo, Le Roi

Eadwyn. Empty
MesajKonu: Geri: Eadwyn.   Eadwyn. EmptyPtsi Ocak 16, 2012 6:22 pm

Bişi diyim mi? Rp çokzel lan Q.Q
SANA PSİŞLFDKMK KAĞIT VERİYORUM! BU KAĞITLA İSTEDİĞİN RÜTBEYİ ALABİLİRSİN KARRŞİM!

*sanırsam biz de rplerimizi puanlatmalıyız.*
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bleedingmoon.yetkin-forum.com/t182-leon-lewispaul-tibbets
 
Eadwyn.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kanayan Ay  :: Oyuna Başlamadan Önce :: Rpg :: RP Puanlama-
Buraya geçin: