Kanayan Ay
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kanayan Ay

*Buraya random gothic cadılı söz geliyor*
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Leri

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Valerie V. Williams
Usta Cadı
Usta Cadı
Valerie V. Williams


Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 16/01/12
Namı : Leri, Val, Willy. Elbette Debria.

Leri Empty
MesajKonu: Leri   Leri EmptyPtsi Ocak 16, 2012 6:57 pm

Zamanın geçmesini, olayların kendiliğinden durulmasını beklemek başlı başına bir saçmalıktı. Çoğu kişinin söylediğinin aksine geçen zaman hiçbir olayı silmiyordu, acıların geçmesine yardımcı olmuyordu. Uyuşmuşluk hissi sadece bunların olduğunu sanmalarına neden oluyordu? Hayır. Lacus böyle hissetmek istemiyordu. Günler geçmişti ve zamanın geçirdiğini gördüğü tek şey zamandı. Sabırlar tükenmeye başlamıştı, insanlar beklemekten sıkılmıştı ve olaylar hiç de düşünüldüğü gibi durulmamıştı. Aksine, ilk zamanlar sadece beyinlerin içinde tutulan düşünceler şimdilerde haykırışlara dönüşmüştü. Kalabalık uyanıyordu, kızgınlardı ve liderlerine ne olduğunu öğrenmek istiyorlardı.

Bir köşesine çekilip her şeyi oluruna bırakmayı deneyebilirdi çoğu kez yaptığı gibi. Fakat bu durum çok daha farklıydı. Öylece oturup başkalarının kaderini yazmasına izin vermeyecekti. Sorun şu ki, Lacus hiçbir zaman kişinin kaderine boyun eğmesi gerektiğine inanmamıştı, hem de yetiştiği ortama ve aldığı eğitime rağmen. Kadınlar sadece soy devam ettirme araçları olarak kullanılmamalıydı. Eşleri her zamanki gibi savaşçı özelliklerine büründüklerinde onların dönüp dönmeme ihtimalleri üzerinde kafayı yemek güzel miydi? Hem de tüm bunlar olurken geride kalan diğerleri içim sağlam durmaya çalışmak? Hayır, tam olarak istemediği hayatın bu olduğunu söyleyemezdi. Sonuçta bu kendini adamakla ilgili bir meseleydi, ya varsın ya yoksun. Sorun kaderin çok önceden belirlenmeseydi, hem de hayatınızla hiçbir ilgisi olmayan kişiler tarafından. Giden o insanların liderleri olabilirdi. Ee -kendisinin de babasıydı? Şu an herkesten daha zor durumda olan kendisiydi -hissetmediğin halde güçlü durmanın ne önemi var?

Hiçbir haber alamayalı tamı tamına 6 hafta olmuştu. Eğer Colum MacKenzie bu sessizliği bozup, gittiği av gezisinden dönmezse, onun ve yanında götürdüğü oğlunun ölümü ilan edilecekti. Ve Lacus MacKenzie geride kalan tek varis olacaktı. Bu durumda klan içerisinde, ailesinin büyükleri tarafından kendine bir eş seçilecek ve reyisin karısı olarak yönetimde yerini alacaktı. Sonrası ise tamamen bahsettiği şekilde olacaktı. Bir çocuğunu doğururken ölene kadar doğum yapmaya devam edecek, hayatını sadece kocasına adayacaktı, elinde hiçbir şey olmadan umutsuzca ölecekti.

İstediği hayat bu değildi. Bir şeyler yapmalıydı.

"O, bu konuda bir şey yapamaz Sasenach. Biz de yapamayız. Bu sadece bizim için değil birçok insan için tehlikeli olur. Eğer bencillik yapmayı bırakıp etrafına bakmaya başlarsa o da bunu görebilir."

"Ona yardım edebiliriz Jamie. Lütfen…"


Gördüğü manzaraya dışarıdan baktığında aslında olanlar hayli ilginçti? Saçları yavaş yavaş kırlaşmaya başlamış orta yaşlarında bir kadın neredeyse iki katı kadar görünen adama üzgün bakışlar atmakla meşguldü. Üzerindeki eskimeye yüz tutmuş kırmızı elbise kocasının kadına çok da iyi bir yaşam sunmadığını kanıtlıyordu. Buna rağmen kendisinden nereden bakılırsa 10 yaş daha büyük duran adam aksiliğini bırakmayı düşünmüyordu? Daha fazla izlemeyecekti. Kimseden bir şey istediği yoktu -en azından bu şekilde. Bencilikle itham ediliyor olabilirdi, genel bakış açısında bir yere kadar doğru bile olabilirdi, fakat… Yaşamak zorunda kalacağı hayatı yaşayacak olan sadece kendisiydi, açıkçası bu konuda yapabileceği bir şey yoktu. Bencillik mi? O halde istedikleri kadar Lacus’u yargılamaya devam edebilirlerdi çünkü o bir bencildi, evet. Hayatını mahvetmelerine göz yummayacak kadar kendini seviyordu. Ömrünü, babası hakkındaki dedikodular oluşmaya başlayana kadar, ailesi ve halkı için endişelenerek geçirmişti. En nihayetinde babasının ve tek erkek kardeşinin bir daha geri dönmeyebileceklerini öğrendiğindeyse içi daha önce hiç tatmadığı bir hisle dolmuştu. Kendisi için endişelenmek.

Oturduğu eski iskemleden kalktı. Yıllar önce evlenerek kaleden gitmiş olan teyzesine ve onun eşine resmi bir şekilde kafasını eğerek selam verdi. Eh. Kadın, ölen ablasının kızı için elinden geleni yapmış, aksi kocasını bile ikna etmeye çalışmıştı. Ama olmamıştı işte, önemli olan buydu. İstenmediği yerde daha fazla kalacak değildi. İnsanlar için yürüyen bir bela olmak istemiyordu. Hem kaleden habersiz ayrılmıştı, acele etmezse yokluğu fark edilebilirdi. Pelerininin başlık kısmını kafasına geçirirken, gıcırdayan zeminde daha fazla ses çıkarmamak adına dikkatli adımlar kapıdan çıktı. Sonrası ise kolaydı. Yürüyerek tepeden yukarı çıkacak ve elinden geldiğince fark ettirmeden kaleden içeri girecekti. Adımlarını sıklaştırmaya başladı, ki bu takip edilmek istemediği anlamına da geliyordu. Dikkat çekmemek adına ağaçların olduğu bölüme yönelmeye karar vermişti, böylece koyu yeşil pelerinle daha rahat adapte olabileceğini düşünmüştü. Ah… Aklından ‘gerçekten’ ne yapayacağıyla ilgili fikirlerini geçirirken arkasından bir ses duydu. "MACKENZIE!" İrkilerek kuvvetli sesin geldiği yöne baktı. Yaklaşık 5 metre ötesinde elinde koyu kahverengi tüylere sahip bir atın kayışını tutan eniştesini gördüğünde, göz bebeklerinin bile büyüyerek bu olaya tepki verdiğini hissedebiliyordu. Tanrım?

"Hey! Buraya gel!" Lacus, birkaç saniye duraksadı. Oysa bu kendisine asla geçmeyecek gibi gelen upuzun saatlere bedeldi. Ürkekçe adımlar atmaya başladı. Bir, iki, üç… Adamın sert duruşundan bir şey kaybetmediğini görünce bir anda kendisine de cesaret gelmişti. Eski ritmine ulaşarak hızlı adımlarla adamı çok rahat görüp, duyabileceği bir mesafeye geldiğinde yürüyüşüne son verdi.

"Lanet olasıca inatçı teyzen… Benim gibi yaşlı bir adamı bile inandığı şeylerden döndürebiliyor. Heh!"
Hoşnutsuzlukla elini ensesine götürdü -Jamie amcanın tipik sinir hareketi. Adam gözlerini Lacus’un gözlerine sabitleyince içini bir korku kaplamıştı. Çok güçlü bakan mavi gözlerdi… Evet, burada renkli göz görmek Afrika’da siyah renkli insanlar görmek gibi bir şey olmasına rağmen bu adamın gözlerinin rengini her ortamda ayırt edebilirdiniz. "Şimdi o atın tepesine kendisini atarak doğruca kaleye mi gidecekti? Her şey burada böylece mi bitecekti? “Ve sen de o lanet olasıca inatçılığı taşıyorsun, Lacus." Yaşlı Jamie’nin bakışları yumuşadı. Daha da önemlisi… Belki de doğduğundan beri kendisine ilk defa ismiyle hitap etmişti. "Şey… Efendim?"

"Ah, seni küçük… Sanki beni aranacak olan benmişim gibi benimle çene çalıyorsun! Siz kadınları anlamak ne denli zor! O küçük beyinlerinizden neler geçtiğini kim bilebilir ki? Atı alıp gitmeni istiyorum, hem de hemen. Sana verebileceklerim arasında en iyisi buydu. Hemen yola koyulmalısın. Ve var gücünle güneye sür. Beni anladın mı? Sadece güneye gideceksin. Yeterince gittiğinde seni bulacaklar, onlara Küçük Jamie’nin tavsiyesiyle geldiğini anlat. Sana yardım ederler, İngilizlerin saldırılarından kaçtıkları için kendilerine gizli bir yerleşim yeri yaptılar. Beni anladın mı?"
Büyük elleriyle kızın omuzlarını sıkıca kavrayarak kızı kuvvetlice sarstı. "Şimdi git!" Jamie kızı gelişi güzel kaldırarak hayvanın üzerine oturttu. Hiçbir şekilde hazırlanmasını beklemeden, sadece Lacus’a dizginleri tutabilecek zamanı tanıdıktan sonra, hayvanın arka kısmına sıkı bir şaplak attı. Bir anda neye uğradığını şaşıran kız, hayvanın üzerinden düşmemek için koyu renkli atın tüylerine yapışmak zorunda kaldı. Evet… İstediği… Tam olarak buydu! Onca hengamenin ardından çoktan düşmüş olan başlığının altından saçlarının rüzgarda havalandığını ruhunda hissedebiliyordu. Evet! Özgürlük ve kendini bağımsız hissetmek tam olarak buydu!

Sevinç gösterisini bitirmesinin ardından aklına eniştesinin dedikleri geldi -sadece güneye git. Dizginleri tüm kuvvetiyle çekti, atın yönünü değiştirmesini sağladı ve iki ayağıyla üzengileri kullanarak hayvanın ilerlemesi sağladı. Eğer… Eğer hiçbir sorunla karşılaşmazsa orman tamamen güvenliydi ve ulaşacağı yere vardığında… Tamamen farklı bir hayata sahip olacaktı. Gözlerini yoldan ayırmadan, duruşundan taciz vermemeye çalışarak ilerlemeye çalışıyordu. Gerçek şuydu ki, hava karardığında bu kadar iyimser olamayabilirdi.

Ne yazık ki mutluluğu uzun sürmemişti. İskoçya’nın bu taraflarında, özellikle Leoch Kalesi çevresinde, birçok İngiliz devriyesi bulunuyordu. Bu da demekti ki, aynı zamanda haydutların saklanmak için kullanacağı tek yer ormandı. Ve siz eğer -yine İskoçya’da- bir kadınsanız, at sürmek konusunda yapabileceğiniz şeyler çok kısıtlıydı. Bir ıslık sesi duyduğunda kayışlara daha sıkı sarılacak ata daha hızlı gitmesi için baskı uygulamaya başladı. Çok geçmedi. Grup halinde gelen at seslerini duyduğundaysa emin olmuştu -peşinde birileri vardı ve bu insanlar, en iyi ihtimalle kendisi alıp kaleye götürecek olan adamlardı. Eh. Bu durumda diğer ihtimalleri sayması gereksizdi?

İstemeye istemeyi hayvanı yoldan çıkararak ağaçların arasına sürdü. Var gücüyle hızlandıkça sanki baskı artıyordu. At seslerine artık adamların çığlıkları ve sevinç nidaları karışmıştı. Korkuyordu. O durumda bulunacak her sağlıklı insan gibi. Bir elin pelerinine uzanmaya çalıştığını hissettiğinde derin bir çığlık koyuverdi. "Hayır!" Siyah deri eldivenli sanki aklından atabilecekmiş kafasını hızlıca iki yana salladı. Aklında kalan tek bir şey vardı: Panik. Kendisine ulaşmasına ramak kalan adamdan kurtulmalıydı. Dizginleri sola döndürdü, hızlıca ağaçların biraz daha seyrekleştiğini görebildiği yere doğru sürmeye başladı. Tanrım. Ya bundan kurtulamazsa?

Sonrası bir ağır çekimde geçen bir filmi andırıyordu. Korkmuş genç kız ne yapacağını bilemezken at önceden kurulmuş bir tuzağa takılır ve dengesini kaybeder. Düşen hayvanın altında ezilmek durumundan kendini son anda kurtaran kız nereye gittiğine bakmadan kendini yere atar. Bu durumda yine şansı devreye girer ve kendini dik bir yokuşta yuvarlanmakta bulur. Artık o gözyaşlarını kesmiş, bir kez daha böyle bitmemesi gerektiğini kendisine hatırlatmaya çalışır. Ama bitti… -değil mi?

Henüz değil.

Ve başını sert bir şeye çarptı. Öncesinde hatırladığı tek şey de, elleriyle düşüşünü engellemeye çalışırken büyük bir taşa doğru çekilmesi, ardındansa diğer taşlardan yükselen kulak tırmalayıcı acı bir çığlık. Evet, belki biraz garip gelecek ama… O sesi çıkaran taşlardı. Bundan emindi, çığlık, taşların çığlığıydı.

Orada ne kadar süre baygın yattığını hatırlamıyordu. Sanki her şey bitmiş gibiydi, fakat baştan başlıyordu. Sonda gelen bir başlangıç? Sonun başlangıcı? Hiçbir zaman yeteri kadar iyi olamayacaktı bu konuda. Gözlerini yavaşça aralamaya başladığında gördüğü ilk şey canını yakan bir parlaklık olmuştu. Parlaklık? Sabah mı olmuştu? Yoksa ölmüştü de cennet diye adlandırılan yere mi gelmişti? Her şekilde yaşamaya değer gibiydi? "Bayan? Bayan? Bayan…" Ha? Yanaklarında dokunuşlar hissettiğinde yine bir panik dalgası onu çarptı -tek farkla, bu sefer elinden gelecek bir şey yoktu. Gözlerini yine araladığında kendini rahatsız eden şeyi bulmuştu. Başında dikilerek kendisini ayıltmaya çalışan adamın… Başlığındaki parlak obje. Kabul ediyordu, biraz tuhaf bir başlıktı. Kaledeki erkeklerin taktığı ekoseli şeylerden oldukça farklıydı. "İyi misiniz?" Bu adam neyden bahsediyordu? Elbette iyi değildi. İç etekliği tamamen çamur içinde kalmıştı, derisinde hissettiği hava akımına bakılırsa elbisede büyük delikler vardı. Oysa bu elbiseyi severdi. Ne kadar doğru olduğundan emin değildi fakat bu elbisenin annesine ait olduğu söylenmişti ona. Çok açık renkli pembe bir elbiseydi, göğüs kısmı mevsimin şartlarına göre biraz kapalı sayılabilirdi. Üzerindeki mavi renkli küçük çiçekleri sahibinin işlediğini düşünmüştü hep. Şimdi o çiçekler ya ipliklerini atmış ya da kirden görünmez duruma gelmişlerdi. Yeşil pelerininin parçalarını görebiliyordu, geri kalan kısmı da bacaklarına dolanmıştı. Berbat hissetti -daha ne kadar hissedebilirse işte. Pembe saçları üzerinde konuşulmaya bile halde olmalıydı. Ve teni… Teni yanıyordu. Bu kadar mı darbe almıştı?

"Şehir tiyatrosundan mı geliyorsunuz, Bayan?"
Lacus, anlamadığını belli ederek kafasını sallamakla yetinmişti. Tiyatro?

"Kıyafetleriniz…" Adamın gülmemek için kendini tuttuğu o kadar belliydi ki…

"Asıl sizin kıyafetleriniz… Garip? Leoch’tan değil misiniz?"


"Bayan? Siz gerçekten iyi misiniz? Tanrı aşkına! Bu kıyafetlerle milli parkta sizi baygın buluyorum. Bana saçma yer isimlerinden bahsediyorsunuz. Ya da bir örgüt. Hangi yılda olduğumuz hakkında bir fikriniz var mı?"


Aklından kısa bir hesap yaptıktan sonra nihayet bulundukları yılı hatırlayabilmişti. Şu an sadece bunu yapabilmişti, günden ise hiçbir şekilde emin olamıyordu. "Hımm… 1745…" Mavi kıyafetli adam başını geriye atarak rahatsız edici bir şekilde kahkaha atmaya başlamıştı. Lacus, bunun neden bu kadar komik olduğunu anlayamıyordu. Yoksa bir hata mı yapmıştı? Yanlış bir şey mi söylemişti? Kahkahasını sahte bir öksürükle sonlandırarak, bir çocukta kullanılan ses tonunu takınarak Lacus’a dönmüştü.

"O halde, Bayan, siz şu çatlak profesörlerin deney kurbanlarından mısınız? Ehehehe. Size ne diyeceğim, biliyor musunuz? Çağımızın gereklerini yere getirmenizi. 2010 yılına hoş geldiniz, Bayan!"


Fazla gereksiz ve uzun bi rp biliyorum ama elimde bir tek bu var, affedin gençler u.u
Hani tamamını okumasanız da olur!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Loretta Landers
Usta Cadı & Akademi Öğrencisi
Usta Cadı & Akademi Öğrencisi
Loretta Landers


Mesaj Sayısı : 656
Kayıt tarihi : 13/01/12
Yaş : 29
Soy Kökeni : Cadaloz
Hobiler : Takılmaca
Namı : Lori

Leri Empty
MesajKonu: Geri: Leri   Leri EmptyPtsi Ocak 16, 2012 7:26 pm

Yazım ve İmla: 9 Puan
Kurgu: 13 Puan
Akıcılık: 18 Puan
Betimleme: 22 Puan
Uzunluk: 15 Puan
Renklendirme ve Düzen: 8 Puan
Bonus: 5 Puan


Toplam Puan: 90
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Leri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kanayan Ay  :: Oyuna Başlamadan Önce :: Rpg :: RP Puanlama-
Buraya geçin: