Kanayan Ay
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kanayan Ay

*Buraya random gothic cadılı söz geliyor*
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Dolunayın Kazanı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Game Master
Game Master
Game Master
Game Master


Mesaj Sayısı : 20
Kayıt tarihi : 14/01/12
Namı : Mükremin

Dolunayın Kazanı Empty
MesajKonu: Dolunayın Kazanı   Dolunayın Kazanı EmptyPaz Ocak 15, 2012 7:37 pm

Dolunayın Kazanı Dolunay

{ E ş i k t e k i F ı s ı l t ı }

aaaaBarın ateşinin solgun ışıkları altında, dans eden bir çingene misali salınan melodi yaşlı adamın kulaklarındaki boşluğu silerken sarhoş olup kederlerini öldüren onca adamın seslerini duymazdan gelmeye çalışıyordu. Kendi kadehini dikti başına. Eve gidemeyecek kadar beynini yumuşatmış sayılmazdı. Yine de klişe bunaltıcı bir hafta başını ona unutturacak kadar da içmekten geri durmamıştı. İnişli çıkışlı, birbirini öldüren iki taraf olmadıkça terazisi dengede kalamayacak gibi görünen bu dünyada ruh denizini dinlendirecek başka ne bulabilirdi ki?
"Eee daha ne bekliyorsun? Sökül." dedi kadehini sertçe masaya koyarak. Karşısındaki adam kirli suratıyla adama daha da yanaştı. Buna karşın adam salık oturuşundan taviz vermemiş, yandaki sandalyeye kolunu atıp daha da genişletmişti sınırlarını.
"Bealta'da çıkan dedikoduyu duymadığını söyleme bana dostum. Simyacılar. Akın akın Cardiff'e gidiyor. Neden resmi bir bağ kurmayan bu topluluk toplansın ki? Bir noktaya gidiyorlar diyorum. Bir efsane olamaz."
Derin bir nefes aldı adam karşısında gözlerinin içine bakarak adeta dilenen adama karşı. "Simyacı takozlar ölümsüz olsun, olmasın. Bu beni ilgilendirmez. 200 Sterlin. Şimdi."
"Kulaklarını aç adamım. Şimdiden insanlar hazırlıklar yapmaya başladı. taraflar oluşacak. Muhtemel Cardiff savaşında hayatları için savaşacaklar. Cardiff'te tanıdıklarım var. Seni yaratıcı simyacıların arasına sokabilirim. Bu 200 sterlinden fazla tutacak bir torpil."
Kaşı sinirle çatıldı adamın. Kolunu attığı ellerini kaldırıp saçlarını karıştırdı. Bu lüzumsuz muhabbet uzadıkça o çingene melodisi daha fazla mide bulandırıcı geliyordu ona. Ona hevesle bakan adama dönünce bakışları yumuşadı yüzü bir anda. "Felsefe taşı diyorsun..."
"Aynen öyle adamım."
Neredeyse kabul edecekmiş gibi bakan suratı bir anda yeniden kaşlarını çattı. Kadehinde kalmış son içkiyi de fırlattı adamın yüzüne.
"Cardiffli tanıdıklarına de ki, Grendan'da boynuzlu atlara inanmıyorlarmış." dedi gibi ayağa kalkıp yakasından tuttu adamın. Poker kartlarını yeniden adamın suratına çekmesinin ardından güzel bir yumruk atıp yandaki masaya fırlattı. Masa ile birlikte yere düşen biralara homurdanan insanlar ona baksa dahi meyhanede işleyen hayata hiç de tezat değildi kavgalar. Müzik durmadı. Adam yavaşça kirli kıyafetli adamın yanına gidip eğildi başında. Ceplerini karıştırıp tüm sterlinleri aldığı gibi daha fazla beklemeden kapıya yöneldi. Cebine atmadığı bir kaç sterlini garson kızın göğüslerine sıkıştırmasının ardından o balkabağı gibi görünen meyhaneden dışarı attı kendini.
Grenden parlak ay ışığıyla gelinliğini giymişti sanki. Karla boyanmış yere her adımını basışında karın eziliş sesi kulağına geliyor, Hudson'ın meyhanesinin gürültüleri git gide uzaklaşıyordu ondan. Sabah yağmış karın parıltıları bir kristal gibi görünüyordu bulutsuz gecede. Ancak hala emin olamıyordu bu beyaz ışığın gölgesiz aydınlattığı bu gecenin bir tabutun beyaz kumaşının verdiği tattan farklı olduğuna. Ceketinin yakalarını kaldırıp omuzları arasında kalmasına izin verdi başının.
Bu duyduğu ilk dedikodu değildi. Herkes çıldırmışçasına Cardiff'te toplanan simyacılardan bahsediyordu. Ölüm yarın oynadıkları kumarın karşılığını almaya gelecekmiş gibi duydukları her fısıltıda daha da canlanıyor, daha da umutlanıyorlardı. Buna karşın köydeki simyacılar da azalmıştı. Cardiff'e gidiyorlardı. Bir şekerin etrafına toplanan karıncalar gibi...
Meydana açılan sokakta ilerlerken kah gölgelerde kaybolan suratları, kah yüzlerini saklamak yerine gururla açan cadıları görüyor, ufak bir bakışla onları süzmekten geri durmuyordu. Siyah cüppeleri ve koca şapkalarıyla dişi ifritler yanından geçerken o kadar da yabancı hissetmiyordu. İki sene önce kölesi olduğu cadı avlanmıştı. O da normal insan dünyasına girmektense cadı köylerinde geri kalan hayatını sürdürmeyi tercih etmişti.
Sonunda meydandaki açıklığa adımını atınca meydanın tam karşısında duran iki adama çarptı gözü. Siyah taşlı maskeleri, aysız gece kadar kara pelerinleriyle tüm vücutları kapanmış, etten bir gölge gibi dikiliyorlardı kapanmış bir simyacı dükkanının önünde. Biri diğerinin kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra hızla, kaçarcasına sokaklardan birine daldı. Görülen görüntü Grenden'da nadir rastlanan bir sahne idi. İfritlerle dolu bir köyün klasik bir gecesinde evine gitse dahi gözlerini ona dikmiş ve hala orada dikilen o adam o kadar da sıradan durmuyordu. Kendi bakışlarını diğer tarafa çevirip kaldığı hanın bulunduğu sokağa daha hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Adamın yanından geçip sokakta birkaç adam ilerlemişti ki duyduğu çıtırtıyla hızla arkasına döndü. Maskeli yabancı sokağın başında durmuş ona bakmaya devam ediyordu. Kışın soğuk havasını içine çekip yeniden önüne döneceği sırada boynuna sarılan elle tüyleri diken diken oldu. Boğazına dayanmış bıçak gözünü aldı aydan aldığı ışığı ona yansıtarak. Maskeli adam bir gülümsemeyle ona yaklaşmaya başladı.
"Normalde siz işi aylaklıktan başka bir şey olmayan insanların hayatını bağışlarız evlat. Fakat bu gece ne yazık ki eve erken gitmek istiyorum." Maskeli yabancının sesi nazikti. Kibarca, normal tınıdaki sesi bir erkek olduğunu kanıtlasa dahi sert birine benzemiyordu. Adam inleyerek çırpında. "Dur! Beni efendine götür! Ben yararlı bir köle olurum! Önceki efendimi söyle ona! Lucinda! Tanıyacaktır! Beni sahiplenirse istediği her şeyi yapabilirim!"
Dudakları büküldü maskelinin. "Olay tam da bu ya... Yüce Eleanore kanını istiyor."
Daha da çırpındı adam hayatı için. "Yalvarırım! Ne isterseniz yaparım! Size dahasını getiririm."
"Dahası? İyi bir teklif gibi duruyor. Söyle bakalım tavşancık. Savaşmayı bilir misin?"
"Evet! Kesinlikle! Efendim Lucinda'yı birçok avcıdan korumuştum."
"Ama nihayetinde öldü değil mi?"
"Beni bayılttılar efendim. Uyurken yakaladılar. Bir şey yapamadım efendim. Tanrı şahidim olsun ki onu canım pahasına korumuştum."
"Diyorsun... Felsefe taşını duydun mu aylak?"
"Ben... Pek bir bilgim yok efendim. Sadece bir dedikodu."
"Ne isterse yapacak mısın?"
"Hayatımı bağışlamanız karşılığında istediğiniz her şeyi yaparım efendim!"
"Bir kontrat diyorsun..."
"Efendim... Ben kontrat yapamam. Efendim Lucinda tarafından büyülendim..."
Nazik maskelinin omuzları düştü. Derin bir iç çekti kederle adeta.
"Ah ne yazık... Kader. Yine de Efendi Eleanore'un istediğini yapacaksın değil mi?"
"Evet efendim! Ne isterse!"
Maskeli adam pelerinin altında kalan cebinden altın bir kadeh çıkarttı. Adamı tutan kol adamın boğazını açıp iki kolunu da tek bir koluyla zapt etti.
"Lenuta, boğazını kes." dedi ruhsuz bir sesle maskeli. Adam inleyerek çırpınmaya başlayamadan ikinci adam adamın boğazına bıçağını geçirmişti bile...
aaa


***


{ F ı s ı l t ı n ı n T a r l a s ı }
aaaa"Belki de cadılar bizimle anlaşma yapmak ister." dedi kilolu Engizisyon üniformalı genç adam. Yanındaki uzun boylu genç muhafız ise duruşundan ve ciddiyetinden pek taviz vermek istemiyormuş gibi görünüyordu. Kilolu muhafız konuşmayı sürdürdü. "Baksana. Cadı Eleanore anlaşmamızı kabul etti. Eminim hepsi engizisyon önünde diz çökecek."
Uzun muhafız parmağını dudaklarının önünde koyup "sss" diye bastırdı susması için. Ne var ki kilolu muhafızın heyecanlı suratı susacağa benzemiyordu. Tam yeniden dudakları aralanmıştı ki bu sefer uzun olan konuşmaya başlayarak onu susturdu.
"Eleanore'un anlaşmayı kabul edip etmediğini bilmiyoruz şapşal. Eğer konuşmaya devam edersen üssüne seni şikayet edeceğim."
"Pekala pekala!" dedi canı sıkkın bir şekilde.
Devasa kapının önünde duruyorlardı. Karanlık salonun gösterişli eşyalarını aydınlatan tek ışık dev camlardan içeri giren ay ışığıydı. Büyük bir adımın koruyuculuğunu yapıyorlardı o gece. Avcı ve cadı anlaşmasının... Sıradan bir cadı kontratı değildi bu. İki ortak arzunun birleşimiydi. Belki de büyük bir zaferin ilk adımları...
Cadı Eleanore kendi ayaklarıyla Engizisyona gelmişti. Öldürmeye hazır koca bir orduyu başka nereden bulabilirdi ki. Cadı evreninde iyice yayılmış Felsefe taşını bulan simyacıların şarkısını söylüyordu o da. Onu istiyordu. Felsefe taşından sonra ölü cadılar duyulmaya başlandı. Bir kadehte kanları alınmış, katledilen onca cadı... Avcıların bundan şikayeti olamazdı tabii. Fakat bunu yapan bir avcı değilse kimdi? O anda Eleanore'un ismi çıktı ortaya. Menekşe rengi cadı gelmişti. Gücüyle insanları önünde eğdiren cadı Eleanore. Avcılarla anlaşma yapmayı önerdi. O cadıların hepsini öldürecekti. Karşılığında ise istediği şey ona yardım etmeleri ve Felsefe taşıydı. İşin komik tarafı asıl yardım eden Eleanore olacaktı ya... Tüm istediğini yaptıktan sonra Kanayan Ay ayiniyle gücünü taçlandıracak, tüm insan halkını kölesi kılacaktı. Menekşe cadının dünyası olacaktı dünya. Su kan, özgürlük ise peri masalı adını alacaktı.
Aylarca kontratlar imzalandı. Menekşe cadıya bağlı cadılar onun için insanlardan bir ordu topluyordu. Yapılan her kontratta istenen karşılık zamanı geldiğinde Eleanore için çalışmak oluyordu. Böylece Eleanore'un ordusu genişledi, nehirler gibi aktılar. Ölümün ordusu yıkım ile gelecekti Felsefe taşını almaya...
Dev toplantı salonunun kapısı gıcırdadı. İki muhafızında göğsü heyecanla kalktı bir anda. Kapı geriye doğru açılırken onlar da yüzlerini iyice ciddileştirmiş, mızraklarını öne uzatmışlardı. Önce üç adet muhafız çıkıp kapının yanında durdular reverans ile. Onları Engizisyon başkan ve başkan yardımcısı takip etti. Başkanın yüzüne içinde iyice büyümüş heyecanla süzen kilolu muhafız aradığı yanıtı göremiyordu gölgelerin altında. Gülümsüyor muydu başkan? Anlaşma imzalanmış mıydı?
Başkan da kapının yanında durunca ay adamın suratına vurdu ışığını. Gülümsüyordu. Ardından giriş salonunun zeminine menekşe rengi bir ışık vuruverdi. Muhafızların burnuna dolan ağır yasemin kokusu mest etmişti ikisinin de zihnini adeta. Sonunda o da çıktı... Menekşe Leydisi, Cadı Eleanore. Menekşe rengi saçlarıyla salınarak yürüdü dışarı. Salonun çıkış kapısında ilerlemeden o bir tanrıça kadar güzel suratıyla büyülercesine bir gülümseme bahşetti genç muhafıza. O an bu gülümseme için bile savaşmanın değeceğini düşündü muhafız. Sırf o gülümsemenin kölesi olmak için bile...
aaa


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Dolunayın Kazanı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kanayan Ay  :: Danışma :: Kurgu-
Buraya geçin: